31 Aralık 2012 Pazartesi

Beklenen değerse; icra edilen en güzel sanattır ki bu...


..............
Ama beklemenin de bir güzelliği var, değil mi?
Bekleme salonunda dergi karıştırırken ya da uzaklardaki sevdiğinizi düşünürken zaman üstüne kafa yormaya başlıyorsunuz. Zaman dediğiniz şey de süpürge ya da dondurma gibi somut, elle tutulur bir şey haline geliveriyor.
 Bekleyen kızlara, delikanlılara bakıyorum. Bazılarının elinde bir buket çiçek... Herhalde bekledikleri çok şey vardır hayattan. Okulu bitirmeyi, doğru düzgün bir iş bulmayı, hayallerindeki sevgiliyle karşılaşmayı bekleyecekler. Beklemeyi bir sanat değil de mecburiyet gibi görürlerse eğer, hayat dediğimiz haylazla zaman dediğimiz hayta el ele verip canlarını sıkabilir.
""Beklemek sanattır... """Ne kadar doğru bilmiyorum ama bu söz bugün hoşuma gitti...
Hem beklemenin çeşitli halleri var: Özlemle beklemek, korkuyla beklemek, inançla beklemek, biraz sonra gelecek birini beklemek, hiç gelmeyeceğinden korktuğun birini beklemek, gelmeyeceğini bile bile beklemek...
Sonra kısa bekleyişler var, uzun bekleyişler var.
En kötüsü de çoktan gelmiş birini beklemeye devam etmektir herhalde. İşte bunu Allah kimseye vermesin derim ben.
..................

23 Aralık 2012 Pazar

                                    ...........

Seni sevmem için sana dokunmam gerekmiyor...elele yollarda dolaşmam da... Gözlerinle konuşmak, gözlerimle konuşman yetiyor...Sevgini hissetmem için göstermen de gereksiz... Kalbinin atışını görmem için ten tene olmamıza da gerek yok... Havada yayılıyor hissettiklerin, bedenime doluyor...Saf bir sevgi sarıyor sen ve bende beni... Kokun burnuma dolduğunda tüm ruhun içime doluyor...
Sözleşmelerimiz yok...ne sen benimsin ne de ben senin... Ama gözlerimiz doluyor sebepsiz; bir fincan kahveyi yudumlarken. Özlem bize eşlik ediyor...
Seni seviyorum denmese bile duymaya hiç ihtiyaç duyulmadı ki... Sen benim aşk- ı tarifim oldun giderken bile....
Ve ben seni aradım vuslatın olmadığı her dokunuşta, adı aşk konmuş tüm kayboluşlarda. Sen kabını bulamayan sevda oldun...ruhumun kabı olmuş bedenimin ötesinde, özümü yaratan Yaratanın  siluetinde...
Gözlerim uzaklara dalıp gittiğinde, yalnızlığım her defasında tokat gibi yüzüme indiğinde gökyüzüne bakıp sende olan sensizliği tattım her hücremde,soluğumda,seninle hızlanan kalbimin atışlarında... Sen, sensizliğin ta kendisiydin...
Ey Aşk!!! Senin altın tabaklara, makyajlanmış bedenlere, dekorlara ihtiyacın yok. Nekadar çok anlatılmaya çalışıldın. Kitaplara sığmadı, ansiklopediler yazıldı üzerine... Sözcüklerin bile var... Sen boşlukta süzülürken tüm asaletinle, seni cümlelere taşımaya çalıştı nice şairler, yazarlar, besteciler... Sen, onlara siz ne yapıyorsunuz, dercesine gülümsedin...
Senin sonsuzluğunda, senin özünde anlamsızlığın boşluğunu yarattılar....