"O kadar da önemli değildir bırakıp gitmeler,arkalarında doldurulması mümkün olmayan boşluklar bırakılmasaydı eğer.
Dayanılması o kadar da zor değildir,
büyük ayrılıklar bile, en güzel yerde başlatılsaydı eğer.
Utanılacak bir şey değildir ağlamak,
yürekten süzülüp geliyorsa gözyaşı eğer.
Yüz kızartıcı bir suç değildir hırsızlık,
çalınan birinin kalbiyse eğer.
O kadar da yürek burkmazdı alışılmış bir ses,hiçbir zaman duyulmasaydı eğer.
Daha çabuk unuturdu belki su sızdırmayan sarılmalar,
kara sevdayla sarıp sarmalanmasalardı eğer.
Su gibi akıp geçerdi hiç geçmeyecekmiş gibi duran zaman,beklemeye değecek olan gelecekse sonunda eğer.
Rengi bile solardı düşlerdeki saçların zamanla,
tanımsız kokuları yastıklara yapışıp kalmasaydı eğer.
O büyük, o görkemli son, ölüm bile anlamını yitirirdi,
yaşanılası her şey yaşanmış olsaydı eğer.
O kadar da çekilmez olmazdı yalnızlıklar,
son umut ışığı da sönmemiş olsaydı eğer.
Bu kadar da ısıtmazdı belki de bahar güneşleri,
her kaybedişin ardından hayat yeniden başlamasaydı eğer.
Kahvaltıdan da önce sigaraya sarılmak şart olmazdı belki de,
dev bir özlem dalgası meydan okumasaydı eğer.
Uykusuzluklar yıkıp geçmezdi, kısacık kestirmelerin ardından,dokunulası ipekten bir o kadar uzakta olmasaydı eğer.
Issız bir yuva bile cennete dönüşebilirdi belki de,
sıcak bir gülüşle ısıtılsaydı eğer.
İnanmak mümkün olmazdı her aşkın bağrında bir ayrılık gizlendiğine belki de,kartvizitinde “onca ayrılığın birinci dereceden failidir” denmeseydi eğer.
Issızlığa teslim olmazdı sahiller,kendi belirsiz sahillerinde amaçsız gezintilerle avunmaya kalkmamış olsaydın eğer.
Sen gittikten sonra yalnız kalacağım.
Yalnız kalmaktan korkmuyorum da, ya canım ellerini tutmak isterse…
Evet Sevgili,
Kim özlerdi avuç içlerinin ter kokusunu,
kim uzanmak isterdi ince parmaklarına,
mazilerinde görkemli bir yaşanmışlığa tanıklık etmiş olmasalardı eğer!!
Can Yücel
....
İnce bir sızı ile başlar varlıkta yokluğu yaşamak... Bütün deyimler bir bir anlamını bulur sözlüklere ihtiyaç duyulmaksızın... Mesela buram buram yaşarsın "burnunun direği sızlamak" deyimininin aklına serilen her film karesindeki gerçekliğini...
İçinde volkanlar patlıyor hissi yaşar söndürmenin yolunu bulamazsın; belki de bitenlerin inanışını yaşamak için bulmak istemezsin sönmenin yolunu...çünkü her nefes alışını verişinle başlatırsın öldüm zanneder tekrar yaşarsın...
Her telefon çalışı azaptır eline alıp karşılaştığın isim sonucu... Hüsranlar buyur edilendir yalnızlığın akıl almaz boşluğuna. Tüm dünya sessizliğe boğulmuştur sanki bir tek kişinin gidişi ile. Dondurursun zamanı...Zaten takibinde de olamadığın bir akış başlar... Günlerden ne,ayın kaçı... Bildiğin tek tarih,tek saat ve tek gün gidişin/terk edilişin dilimidir...
Her gece duyguna misafir;her gün geçmek bilmez an birikimi... Önceleri dayanılması zor gelir adımlarını paylaştığın sokaklar,caddeler,oturduğun kafeler...günün yeterince "an"yüklüdür zaten,aklına kazınanları yerinde yaşamak istemez kaçınırsın... Belkilerine sığınıp...
Algılar sadece yitirilene çalışır. Her insan O'nun bir parçasını taşıyordur sanki. Bu mont...? O mu yoksa, bu saç, bu yürüyüş, bu ses... O mu? Bir an dönüp bakarsın tanıdık bir bakış... Hüsran hüznün yüzü ile tam karşındadır... Gözlerin buğulanır boğazın düğümlenir... Susarsın... İçinde patlayan çığlıklarını sade ve sadece sen duyarsın... Ve yine susarsın... O'nun yokluğu en acı şekliyle karşındadır.
Ne tuhaftır oysaki yokluğu hissedebilmek... Bilirsin şehrin bir yerinde nefesiyle sesiyle bedeniyle varlığıyla yani en somut haliyle bulunmakta... Ölüm değildir ayrı düşüren; ama paya düşen bir ayrılık vardır heybende.
Öyle bir payki "Ölümü bile anlamsızlaştıran yaşanılacak her şey yaşansaydı eğer" dedirten.
Yarım kalmışlık... Hayallerde, gelecekte, gününde, sende...
Demem o ki en zorudur yaşayan için varlıkta yokluk çekmek... Arasam orda, gitsem karşımda, tutsam eli elimde, baksam gözü gözümde... Var... Ama Yok... Yitip gidenler sayfasında her giden yarım kalmış cümle bırakırken peşi sıra ölüm denen olgu son vuruşu yapar ve noktayı alır bitişine ;varlıkta yokluk yaşayanların cümleleri ise hep üç noktayla sonlanır ve her nokta bir kelimeyle özdeştir:Belki, Keşke,Eyvallah...Dün,Bugün,Eksik Gelecek... Sen,Ben,Yarım Yarınlar...
Can Yücel ile başlanan ayrılığın somut yüzü aktarımında Nazım Hikmet'de üç noktanın doldurulamaz içeriğini anlatsın bize,
- Seni seviyorum,
ama nasıl? Avuçlarımda camdan bir parça gibi kalbimi sıkıp
kırasıya,
çıldırasıya...
Erkek kadına dedi ki:
- Seni seviyorum,
ama nasıl? Kilometrelerce derin, kilometrelerce dümdüz,
yüzde yüz, yüzde bin beşyüz
yüzde hudutsuz kere yüz...
Kadın erkeğe dedi ki:
- Baktım dudağımla, yüreğimle, kafamla;
severek, korkarak, eğilerek,
dudağına, yüreğine, kafana.
Şimdi ne söylüyorsam
karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana...
Ve artık
biliyorum:
Toprağın
Yüzü güneşli bir ana gibi
En son, en güzel çocuğunu emzirdiğini...
Fakat neyleyim
saçlarım dolanmış
ölmekte olanın parmaklarına
başımı kurtarmam kâbil
değil!
Sen
yürümelisin,
yeni doğan çocuğun
gözlerine bakarak...
Sen
yürümelisin,
beni bırakarak...
Kadın sustu.
SARILDILAR
Bir kitap düştü yere...
Kapandı bir pencere...
AYRILDILAR...