16 Haziran 2016 Perşembe

Ayrılığın Diğer Parçası Heybemde

"O kadar da önemli değildir bırakıp gitmeler,arkalarında doldurulması mümkün olmayan boşluklar bırakılmasaydı eğer.

Dayanılması o kadar da zor değildir,
büyük ayrılıklar bile, en güzel yerde başlatılsaydı eğer.

Utanılacak bir şey değildir ağlamak,
yürekten süzülüp geliyorsa gözyaşı eğer.

Yüz kızartıcı bir suç değildir hırsızlık,
çalınan birinin kalbiyse eğer.

O kadar da yürek burkmazdı alışılmış bir ses,hiçbir zaman duyulmasaydı eğer.

Daha çabuk unuturdu belki su sızdırmayan sarılmalar,
kara sevdayla sarıp sarmalanmasalardı eğer.

Su gibi akıp geçerdi hiç geçmeyecekmiş gibi duran zaman,beklemeye değecek olan gelecekse sonunda eğer.

Rengi bile solardı düşlerdeki saçların zamanla,
tanımsız kokuları yastıklara yapışıp kalmasaydı eğer.

O büyük, o görkemli son, ölüm bile anlamını yitirirdi,
yaşanılası her şey yaşanmış olsaydı eğer.

O kadar da çekilmez olmazdı yalnızlıklar,
son umut ışığı da sönmemiş olsaydı eğer.

Bu kadar da ısıtmazdı belki de bahar güneşleri,
her kaybedişin ardından hayat yeniden başlamasaydı eğer.

Kahvaltıdan da önce sigaraya sarılmak şart olmazdı belki de,
dev bir özlem dalgası meydan okumasaydı eğer.

Uykusuzluklar yıkıp geçmezdi, kısacık kestirmelerin ardından,dokunulası ipekten bir o kadar uzakta olmasaydı eğer.

Issız bir yuva bile cennete dönüşebilirdi belki de,
sıcak bir gülüşle ısıtılsaydı eğer.

İnanmak mümkün olmazdı her aşkın bağrında bir ayrılık gizlendiğine belki de,kartvizitinde “onca ayrılığın birinci dereceden failidir” denmeseydi eğer.

Issızlığa teslim olmazdı sahiller,kendi belirsiz sahillerinde amaçsız gezintilerle avunmaya kalkmamış olsaydın eğer.

Sen gittikten sonra yalnız kalacağım.
Yalnız kalmaktan korkmuyorum da, ya canım ellerini tutmak isterse…

Evet Sevgili,
Kim özlerdi avuç içlerinin ter kokusunu,
kim uzanmak isterdi ince parmaklarına,
mazilerinde görkemli bir yaşanmışlığa tanıklık etmiş olmasalardı eğer!!

Can Yücel

....

İnce bir sızı ile başlar varlıkta yokluğu yaşamak... Bütün deyimler bir bir anlamını bulur sözlüklere ihtiyaç duyulmaksızın... Mesela buram buram yaşarsın "burnunun direği sızlamak" deyimininin aklına serilen her film karesindeki gerçekliğini... 

İçinde volkanlar patlıyor hissi yaşar söndürmenin yolunu bulamazsın; belki de bitenlerin inanışını yaşamak için bulmak istemezsin sönmenin yolunu...çünkü her nefes alışını verişinle başlatırsın öldüm zanneder tekrar yaşarsın... 

Her telefon çalışı azaptır eline alıp karşılaştığın isim sonucu... Hüsranlar buyur edilendir yalnızlığın akıl almaz boşluğuna. Tüm dünya sessizliğe boğulmuştur sanki bir tek kişinin gidişi ile. Dondurursun zamanı...Zaten takibinde de olamadığın bir akış başlar... Günlerden ne,ayın kaçı... Bildiğin tek tarih,tek saat ve tek gün gidişin/terk edilişin dilimidir... 

Her gece duyguna misafir;her gün geçmek bilmez an birikimi... Önceleri dayanılması zor gelir adımlarını paylaştığın sokaklar,caddeler,oturduğun kafeler...günün yeterince "an"yüklüdür zaten,aklına kazınanları yerinde yaşamak istemez kaçınırsın... Belkilerine sığınıp... 

Algılar sadece yitirilene çalışır. Her insan O'nun bir parçasını taşıyordur sanki. Bu mont...? O mu yoksa, bu saç, bu yürüyüş, bu ses... O mu? Bir an dönüp bakarsın tanıdık bir bakış... Hüsran hüznün yüzü ile tam karşındadır... Gözlerin buğulanır boğazın düğümlenir... Susarsın... İçinde patlayan çığlıklarını sade ve sadece sen duyarsın... Ve yine susarsın... O'nun yokluğu en acı şekliyle karşındadır. 

Ne tuhaftır oysaki yokluğu hissedebilmek... Bilirsin şehrin bir yerinde nefesiyle sesiyle bedeniyle varlığıyla yani en somut haliyle bulunmakta... Ölüm değildir ayrı düşüren; ama paya düşen bir ayrılık vardır heybende.

Öyle bir payki "Ölümü bile anlamsızlaştıran yaşanılacak her şey yaşansaydı eğer" dedirten.

Yarım kalmışlık... Hayallerde, gelecekte, gününde, sende... 

Demem o ki en zorudur yaşayan için varlıkta yokluk çekmek... Arasam orda, gitsem karşımda, tutsam eli elimde, baksam gözü gözümde... Var... Ama Yok... Yitip gidenler sayfasında her giden yarım kalmış cümle bırakırken peşi sıra ölüm denen olgu son vuruşu yapar  ve noktayı alır bitişine ;varlıkta yokluk yaşayanların cümleleri ise hep üç noktayla sonlanır ve her nokta bir kelimeyle özdeştir:Belki, Keşke,Eyvallah...Dün,Bugün,Eksik Gelecek... Sen,Ben,Yarım Yarınlar... 

Can Yücel ile başlanan ayrılığın somut yüzü aktarımında Nazım Hikmet'de üç noktanın doldurulamaz içeriğini anlatsın bize,

"Erkek kadına dedi ki: 
- Seni seviyorum, 
ama nasıl? A
vuçlarımda camdan bir parça gibi kalbimi sıkıp 
parmaklarımı kanatarak 
kırasıya, 
çıldırasıya... 
Erkek kadına dedi ki: 
- Seni seviyorum, 
ama nasıl? Kilometrelerce derin, kilometrelerce dümdüz, 
yüzde yüz, yüzde bin beşyüz 
yüzde hudutsuz kere yüz... 
Kadın erkeğe dedi ki: 
- Baktım  dudağımla, yüreğimle, kafamla; 
severek, korkarak, eğilerek, 
dudağına, yüreğine, kafana. 
Şimdi ne söylüyorsam 
karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana... 
Ve artık 
biliyorum: 
Toprağın 
Yüzü güneşli bir ana gibi 
En son, en güzel çocuğunu emzirdiğini... 

Fakat neyleyim 
saçlarım dolanmış 
ölmekte olanın parmaklarına 
başımı kurtarmam kâbil 
değil! 
Sen 
yürümelisin, 
yeni doğan çocuğun 
gözlerine bakarak... 

Sen 
yürümelisin, 
beni bırakarak... 

Kadın sustu. 

SARILDILAR 

Bir kitap düştü yere... 
Kapandı bir pencere... 

AYRILDILAR... 


Unutulmamalıdır ki Bu tip ayrılıklarda da süreç;ölüm sonrası yaşanılan yas süreci ile aynı işleyişe sahiptir.Bu süreçte varolan tüm duygular bastırılmadan yaşanmalıdır; çünkü geriye atılan her içerik süreci uzatmakta ve kişiyi depresyon eşiğine sürüklemektedir.Vurgulanması gereken en önemli nokta ise hayat kalitesini düşürmeksizin yaşanılması gereken;sevilen kişinin kaybı sonucu duyulan en kederli,en doğal hissiyat olduğunun kabul edilmesidir.

 Temennim;pencerelerinizin açık olacağı ve yararında kararlar alabileceğiniz,ayrılıkların soyut ya da somut yüzünün soğukluğuna korunaklı gireceğiniz zamanlar sizlerle olsun😉

13 Haziran 2016 Pazartesi

Varlığın Yok Oluşu

   
Hayatı ilmek ilmek işleyip akışında yol alırken yolun sonunu çoğu zaman düşünmez veyahut düşünmekten alıkoyarız benliğimizi. Sarsıcı bir süreçtir çünkü kaçınılan, bana ve sevdiklerime hiç uğramayacakmış hissiyatı doğuran. 
Yaşadığımız olaylar çoğu zaman kontrol mekanizmamızda çarkı döndürmemizi sağlarken bazı dişliler bu akışı bozmakta ya da mekanizmanın işleyişi durmaktadır: Kapıyı çalan son nefes ile birlikte...bana ya da sevdiklerime...
Tam da bu nokta da kontrolsüzlük hakimdir akışa  yitip gidenin geride bıraktığı psikoloji ile. 

   Merhaba belki de hiç tanıdık olmayan süreç: Kayıp ve Yas
  Aslında insanların çoğunun konuşmaktan kaçındığı hüzünlü ve ağır bir konudur kayıp ve yas. Çünkü hepimiz genel haliyle hayata bağlıyızdır ve nefes alırken nefessizliiği düşün(ebil)mek nerdeyse imkansızdır; ölümden korkar, kendimizin ve sevdiklerimizin sonsuza kadar yaşayacağını varsayarız. Ancak er ya da geç ölüm yaşamımıza girer ve sevdiklerimizi yitiririz. Bu yüzden ölümle ve sonrasında yaşanan kederle nasıl başa çıkabileceğimizi öğrenmek önemlidir.
Yas; dem vurulan yokluk olgusu ile karşılaşıldığında keder içinde yaşanan sürectir. Kaybı kabul etmemiz, kendimizi toparlamamız zaman alır ve "hiç bitmeyecekmiş" gibi görünen acı dolu bir dönem geçiririz. Bir insanı kaybetmenin ve kaybının acısını çekmenin yaşamın doğal bir parçası olduğunu anlamaya çalışmak yas süreci kolaylaştıracak etmenlerdendir.
Ne var ki iki kavram hakkındaki ayrıma da değinmek önem arzetmektedir: Yas süreci ve Depresyon. 
Yas Süreci adım adım yaşanılması gereken en doğal tepkidir. İçerisinde barındırdığı duygu durum aşamları ve en genel hali ile başetme yöntemleri ise şöyledir:

1-İnkar ve şok. Başlangıçta, sevilen birinin ölümünü kabul etmek zordur, ölümün gerçekliği inkar edebilir.
👉Yakınınızın ölümüyle ve genel olarak ölümle ilgili duygularınızı yakınlarınızla paylaştıkça, kabullenmek kolaylaşır. 
2-Pazarlık. Çoğu kimse ilahi bir pazarlık yapmaya çalışır. Bu pazarlıkta, genellikle yaşamın eğlenceli ve zevkli bir bölümü, kaybedilen insanın geri gelmesi için sunulur. Burada bir çeşit inkar durumu söz konusudur. 
👉Yapılan hiç bir hesabın yaşananı değiştirmeyeceği kaybın gerçekliği kendisini gösterdikçe fark edilir. 
3-Kızgınlık. Sizi geride bırakıp gittiği, yaşamdayken yaptığı ya da yapmadığı şeyler için ölene kızgınlık duyabilir. Ölen birine kızgınlık duymak kişiyi dehşete düşürebilir.
👉Olanları kabul etmek ve paylaşmak  zaman içinde acıyı hafifletecektir.
4-Suçluluk. Bir yakınınızı kaybettiğinizde, onunla yaptığınız ya da yapmadığınız şeylerden ötürü pişmanlık ve suçluluk hissedebilirsiniz. 
👉Unutulmamalıdır ki; Yaşananlar değiştirilemez hata yapılmış dahi olsa insani yanı kabul edip,  kişinin kendisini AFFETMESİ gerekmektedir.
5-Adalet arama. “Neden ben?” Aşamasıdır.  Ölümün adaletsizliğine karşı çıkılır ve yaşanılan kaybın bir şeyin bedeli olup olmadığını sorgulanır.
 👉Bu noktada ölümü yaşamın akışının bir parçası olarak görmeye çalışmakta fayda vardır. 
6-Yalnızlık. Kayıp nedeni ile sosyal çevreden ve önceki yaşantıdan kendini çekmekle oluşan değişiklikler, kendinizi yalnız ve korku içinde hissetmenize neden olabilir. 
👉Bu süreçte olabildiğince dirayetli olup kişinin kendisini anladığını düşündüğünü insanlarla acısını paylaşması etkili yöntemlerden bir tanesidir. 
7-Kabullenme. Unutulmamalıdır ki bu yokluğu getiren gidişi kabullenmek;kaybedileni unutmak ya da önemsememek değildir.
👉Durumun gerçekliğini algılayıp teslim olmak  yaşanılan duygu ile başa çıkmayı kolaylaştıracaktır.
 ...
 Varolan yas süreci bu adımları takip ederken kayıp ardı doğal bir süreçtir. Depresyon ise, Yaşantılanan dönem ve oluşturduğu duygularla başedememe sonucunda;ruh halinde düzensizlikler, yalnızlık duygusu ve sosyal çevreden uzaklaşma,uyku düzeninde problemler ve iştah kaybı  gibi semptomlar bunu izleyebilir. Yas tutan biri olarak eski halinize dönmek ve sosyal çevrenizde olup bitenlerle eskisi gibi ilgilenmek zaman alabilir. Burada zaman olgusu depresyonun önemini vurgulamaktadır.Sürecin uzaması halinde (3-6 ay) bir uzman desteği almak gerekmektedir. 
Tüm bu bilimsel yaklaşım aklımızın bir köşesine kazınırken benim demem o ki; 
Her duygu gibi hüznün yüzü de en doğal haliyle yaşanabilmeli. Yitirilen bir beden değil bir ömürdür aslında. Somut olan göçüp giderken ve üstat Yahya Kemal'in de dile getirdiği gibi gidenler memnun ve dönen yokken seferinden;geride yokluğun ihtivasında varolan tek somut;tutulan yasın yaşıdır.
Yitip gidenin bıraktığı duygu mirasını(!) zamanında;zamanı ile yaşamaktır olması gereken. Çevredeki insanlara düşen ise boş telkinler (ölenle ölünmez , vakti gelmiş vb) yerine ve hatta belki de konuşmak yerine sessizliği paylaşmaktır, sessizliğin dili ile desteklemektir. Çünkü kişi bu sürecinde telkinleri bilip dinlemekte lakin duymamaktadır boş oluşu da bu sebepledir. 
Sessizliğin dili demişken kayıplar sadece yokluk/ yok oluş içerisinde midir? Ya da varlıkta yokluk yaşayanların durumu farklı mıdır? 
Bir sonraki yazımızda varlığında yokluğunu yaşadıklarımızın duygu ve düşüncesini ele almak üzere ;)