11 Kasım 2013 Pazartesi

SonBahar ve Düşeş

Günlerden bir Sonbahar Havası..
Soğuk denemeyecek kadar bahar; sıcak denemeyecek kadar Son...
Ben ise sonunu yaşayanlardandım; ayaklarımda kar çizmesi, üstümde ince sayılmaz kalınlıkta bir mont ve hatta şal... Okadar sonunu getirenlerden ve eli ayağı bir türlü ısınmayanlardan yani... 
Her dem üşürdüm oysaki; ama bu baharın sonunun son günlerinde daha çok üşüdüm...
Her kelimede buz gibi rüzgarlar esiyorken ne üstüme bir kat daha sardığım polar ne de kar botu ısıtmadı beni...
İstiklal yolu bir okadar uzun... Titriyorken içerim...

     Kelimelerde üşür mü insan?

Öylesine üşümüştüm ki içerek içimi ısıtmaya çalıştığım hiçbir sıcak tat kâfi gelmedi...
Bir ezgi çıkıverdi bir yerden... Avuçlarım diye haykıran... Kim yazmış kim söylemiş umrunda değil algımın...algıda seçicilik bu ya; sadece avuçlarım kısmı şarkının...
Avuç içinden başladığını hissettim sol tarafımı titreten bu soğukluğun... Bir kez daha ürperdim... 
Var yok arası rüzgar hafifçe saçlarımın arasından süzülüp geçerken ellerim ceplerimde yerini aldı...
Saatler//Rüzgar//Avuçlarım ve Sol Yanım oldu geriye bakì kalan an dan...

 Hee sahi bir de metrobüste kurulan kelime çağrışımlarından ince bir nüans...

 Zararın  'Yar'"Ar" ın da  Kâr ettiği nokta...  

Yani demem o ki; ömür dediğimiz Bir kumar....hayata atıyorsun bir zar;Ar lı gelirse düş'eş'... Zararlı çıkarsan....(; 



Tüm güzelliklerin Düşeş tadında gelmesi umudu ile (;

8 Kasım 2013 Cuma

Hüznün Yüzü

Duygulara tercüman oluverdi zamanın bir köşesinden rehberde unutulmaya yüz tutmuş;apansız gelen o ses:"alo,merhaba".....
Uzun konuşmalara alışık değilim;lakin sevmem de telefonda dakikalarca laf uzatmayı...Bambaşkaydı bu konuşma bu sefer...ordan burdan ondan bundan konuşuldu uzuuuun uzuuun...
Bir süreçti;zamanın ayrı bıraktığı yaşam koşullarının esir aldığı ve birikmiş anların paylaşıldığı.
Bir "an" "an"latılmaya yüz tuttu ve sorular cevapları kovalarken cevaplar ardıl soruları takip ediverdi...
          .............
Derken kapandı en güzel temenni ve özlem kokan cümlelerle telefon....
Duygu Düşünce silsilesinde varolmayı ve varlığını sürdürmeyi düşündüm...hüznün yüzü çağrışıverdi en belirgin şekli ile
Öyle bir yüz ki bu; ilk başında varolan durumu anlatmaya kelime bulamazken bir vakit sonra kelimelerinin olup anlatmaya takatinin olmadığı ve boşverdiğin... Anlatsam roman olur diyip diyip romanlaştırmaya yeltenîlmeyenlerden....
      Ya da belki de  Aslında ve Özünde böylesine bir gerekirliliğinde kalmadığı zamanlar; tam da böyle zamanlar
Sonrası mı? Sonrasında ise ; kelimende sarfedecek gücünde kâfi derecede varolur; ama ufak bir nüans ile...sahip olunan tüm  kelime ve değere manasızlık yüklenmiştir.... Varolan her şey,mana-i ihtivasını kaybetmiştir....

.............

Şehrin bir ucundan karanlığın bu yüzünde yaşama ait duygunun bir diğer yüzünü düşündürüp;düşündürmekle kalmayıp yazdıran.... Teşekkür ederim farkındalığıma kattığın bu  yeni boyut adına.... Varolup saklı kalan kelimelerin anahtarını uzattığın için bir alo tınısının peşi sıra....

5 Kasım 2013 Salı

"Dia/ Mono"

Sabahları buaralar herkes gibi uyanmakta zorluk yaşayanlardanım... Yorganım yastığım öylesine sarılıyor ki bedenime...geride bırakırcasına boynu bükük; çıkıyorum bir eziyet o an...sıyrılıveriyodum samimi sıcağından... Düşüyorum yollara başlatıyorum mesaimi...merhaba Günaydın... İnsanlara bakınıyorum varana kadar o an bulunmam gereken yere;ve anımı doldurana kadar..kâh gözlere kâh duruşlara... Yaratılış olsa gerek gözlemliyorum benden öte benden ziyade olan her şeyi...ve ötekinin varlığında bulduğum beni,, dokunuşlarda gülüşlerde gülümsemelerde selamlarda;en mühimi vurgularda... Bir de düşlerimde gözlemlediklerim var tabi geride kalanlardan... Ara ara somut olarak önüme düşüveren. Bakmayın somut dediğime burda dem vurulan somutluk madden soyutu barındıran bir somutluk... Yani bir yazı bir şarkı bir bakış bir söylem ve hatta bir kahve buğusu...          "Gitmeden önce düşün; çünkü döndüğünde bulduğunla, giderken bıraktığın aynı olmayacak" derken Aragon "Araya biraz zaman; zamanla biraz boşluk girdi mi;kaldığın yerden devam edemezsin hiçbir an" diye tamamlar Oğuz Atay....                                               Dönüp gittiğimiz hiçbir mekan, hiçbir duygu, hiçbir düşünce ve müdahili insanoğlu aynı kalmaz kalamaz!!! Çünkü akan bir nehirde iki kez yıkanmaz! Değişir her şey değişir zaman ve Değiş(tirilir)iz... Güzeldir insanları derin(in)de izlemek... Değişenlerin içinde varolup dış göz olarak bakabilmek... Ve bilirim ki hepimiz tam da bu anlamda Monolog yaşarız ömr ü deryayı... Monologtur her nefes alış ve her veriş.. Her gidiş yahut varediş...
 ......
 Bu düşünceler silsilesinde ilerlerken adımlarım sırtımdaki kemanımın temasını hissettim; ""Çiçeğin Çocukları" nı çağrıştırdı 'kendim Kendime',,, Bir an istedim, özgür yanım... Carpe Diem dedi çığlık atarcasına lakin monolog çerçevesinden çıkmaksızıncasına...yaşadım o an; bir sokak daha önce hiç görmediğim bilmediğim bilmek için zaman da geçirmediğim.. Çalıp söylüyorum önümden geçenleri hiç tanımadığım tanıdıklaştırmak içinde çaba harcamadığım; bir selam ve eşlik eden bir gülümseme sadece... 
 .....
 Merdivenler bittiğinde ilerlediğimi ama aynı yerde aynı yerimde olduğum bir andaydım...tanıdık bir ev tanıdık simalar... Düşlerimde nerelere gitmiş kimlere misafir olmuştum sessiz ve sedasızca,,, Düş ya bu; düşüverdi ideler aleminden gerçekler alemine...sorumluluklar vicdan olanlar olması gerekenler varolanlar varettiklerim gidenler misafir olanlar seyr i alem yapıp sükunetimi koruduklarım velhasılı kelam... Düşledim Düşündüm Döndüm...
 Haberi olmaksızın ve yine hiç olmayacak kişilere misafir oldum dedim ya hani Monolog yaşıyoruz diye... Oysa bir okadar Basitken... 
 Yani Demem O ki gitmeden önce düşünmeli insan Dialog kurarcasına(; 
 Bu gidişten huzurlu uykular

5 Şubat 2013 Salı

Boş alanlar....


           Bir kadın geldi saçları kızıl... Oturdu yanıbaşıma; oturduğum tahta masayı paylaşırcasına... Zamanıma ortak olurcasına...
  Halet i ruhiye sorgulamalarından ve karşılıklı verilen yorgun cevapların ardıl sıra çantasından saçlarının renginde bir defter çıkarıverdi tahta masaya... Uzatırken önüme; anlattı defterin hayatından kesitler sunduğunu...
   Önce satırarası yoğun bir sessizlik kapladı an ı... Açmakla açmamak arasında kalıverdim buram buram yarım asır kokan bu defteri....
   Ve açıldı telli kareli metot defter...
   Kah adım adım okuduk her kelimesinde duygu saklı satırları kah geçtik sayfaları kelimeleri arkaya atarak asrın sonuna çabuk varmak için...
    Durdurdu bir sayfada usulca... En duygulandıran ve en olgunlaştıran bu şiirdir dedi...
    Gözlerim ve algım yoğunlaştı mavi mürekkep şekillerine....
    Şiirde ölünce cenazesine gelenlere uygulayacağı anketi şematize etmiş...
.....
En sevdiğim:
En keyif aldığım:
En kızdıran:
En mutlu eden:
....
   Kısacası gelen kiişiden kendisinin tarifini istemiş... Tanımlanmak....İki noktalı satırların ardından üç nokta için demişki boş bıraktığın alanlar varsa üzülme....zaten göremeyeceğim....
         .......................
   Bir yarım asır için... Günün sadece bir saati ayrıldı...
   Anlamlıydı....
   O okudu ben dinledim o baktı ben sustum... Üç noktalı cümlenin olgunluğuna vurgu yaptı... anlatmaya çalıştı anlamlandırmamı bekler gözlerle...Demlenen  çaydan üç yudumluk artakalan... Bir de izmaritleri oldu çokk anı kazıdığı tahta masadan kalkarken kızıl saçlı kadın....
   O gitti... Ben boş alanları düşündüm o gözden iyice kaybolana değin...

....................
Boş alanınızın kalmayacağı/ boş alan bırakmayacağınız DOSTLUKLAR sizlerle olsun... Göremeseniz dahi.....
Velhasılı kelam Hayatınızda varlığınız varettikleriniz ve varolanlar güçlü mürekkep lekleri bıraksın peşiniz sıra,,,,

3 Ocak 2013 Perşembe

Kadının Hası

Her gün kim bilir kaç kadın görüyorum...Sokakta, vapurda, okulda, kuaförde, orda, burda...
    Ama olmuyor hanımlar, olmuyor! Kadınlar kadınlığı unutalı daha kaç on yıl oldu ki?
Solaryuma girmeye, çıplak gezmeye, kariyer hırsıyla yüzlerini buruşturmaya başlayalı kaç on yıl oldu?Çevremde gördügüm kadınlardan bazılarının birtakım özelliklerini seçtim. Bunlara, dizilerdeki, filmlerdeki, romanlardaki kadınların hoşuma giden özelliklerini ekledim. Gözlerimi kapadım, Osmanlı zamanından kalma, hani şu afet-i devran denen kadınları düşündüm. O nasıl bir cazibedir ki, peçelerin ardından bile erkekleri aşık eder.
    Bir Fransız kadınının zarafetini düşündüm sonra, bir İspanyol kadınının ateşini ve bir Türk köylü kızının tazeliğini.
    Kadının güle benzemesi gerektigine karar verdim sonunda. Kadının hası güle benzer. Rengiyle, kokusuyla, dikeniyle. Açın televizyonu, bir tane gül görüyor musunuz?
    Kadının hası...
Kadının hası yumuşak başlı olmaz, ama ağırbaslı ve sıcak olur.
Ağırbaşlılıktan kastım, sıkıcılık değil elbet. Şımarıklığın da hakkını verir. Ağırbaşlı tebessümleri olur bir de. Kadın yüzü dediğin mahkeme duvarına benzemeyecek. Bu tebessümler sevgidir. Yumuşacık bir sevgi olur kadın yüreginde. Kim olursa olsun, ne yaşamış olursa olsun.
    Erkeğini dizine yatırıp saçlarını okşamayı bilir gerçek bir kadın.
    Kadının hası nerede, nasıl davranacagini bilir.
İnsanların içinde kapris yapmaz, hır çıkarmaz; ama gerçek bir Osmanlı kadını gibi, adabıyla, raconuyla istediğini alır.
    Dırdır etmez. Çok konusup, baskı yapıp erkeği bezdirmez. Yüz göz olmaz kadının hası.
    Bazen öyle bir bakar ki, hele bir de bazen öyle bir susar ki, bin tümceye bedeldir bu bakmalarla susmalar. Bu kadın üzülmeyi de bilir, ağlamayı da, kızmayı da. Ama üzmemek lazım, ayrıca kızdırmaya da gelmez.
    Gerçek bir kadın ezik durmaz. Kambur yürümez, dimdik durur. Kendine saygısı, güveni vardir. Erkeğine can yoldaşı olur, destek olur, onu dinlemeyi bilir. Bazen utangaç olur, bazen ürkek. Soğuktan ya da yalnızlıktan korkabilir kadın.
    Aptal olmaz gerçek bir kadın. Bön bön bakmaz adamların suratına. Hülyali bakışları da olsa, zihni uyanik olur.
    Hüznü, gökten deli deli yağan yağmur gibi olur, saçlarından akar.
Neşesi ise öyle renkli, öyle dağınık; saçları savrulur. Kahkahaları vardır bu kadının, çın çın eder odaların duvarlarında.
    Sesi güzel olur kadının, biraz buğulu...arada bir pencereye yaslar başını, sokağa dalıp gider, bir şarkı söyler.
    Olgunluguyla şaşırtır erkeği. Bazen de öyle çocuk olur, öyle sağlam saçmalar ki, yine şaşırtır onu.
    Sıkmaz kadın, bunaltmaz, yaşa yaşa bitmez. Huzur verir varlığıyla. İçmesini de bilir kadının hası. Bazı akşamlar anason kokulu tüter sofrasının sıcağı. İçli bir türkü dinler bazen, üşür, sırtına hırkasını alır. Konuşurken insanın yüzüne bakar kadın. Kibirli olmaz...Kültürsüz olmaz. Bomboş olmaz kafası. Dünyanın, ülkenin olaylarını bilir, anlar, söyleyecek sözü vardır.Kişiliklidir. Beceriklidir.
    Tırnağı kırılınca üzülür, üzülür işte, profesör de olsa, sultan da olsa, boksör de olsa üzülür.
    Gerçek bir kadın hiçbir zaman reklam panolarındakı kızlara benzemez.
    Etini teşhir etmez. Fosforlu bir taş gibiliği yoktur onun, loş bir cazibesi vardır. Albenisi metrelerce öteden çarpar adamı. Ne kadar örtünecegini, ne kadar açılacağını, yerine ve zamanına göre bilir. Gerçek bir kadın Paris podyumlarında yürüyen, 17. yüzyılın vebalı kadınları gibi mankenlere benzemez. Uzun saçları vardır Kadının. Yumuşak olur, güzel kokar. Kadının hası saçlarını ne zaman toplayacağını, ne zaman salacağını bilir.
    Kadına yaraşmaz sorhoşluk. Gerçek bir kadın göbek atmayı, gerdan kırmayı, iyi becerir; ama öyle her yerde masaların üstüne çıkıp oynamaz. Havasında oldu mu, bir oynadı mı, herkes onu izler.
    Kadın korunmayı sever, ama korunmaya muhtaç olmaz. Erkekler korumayı severler, ama yine de güçsüz, zavallı kadınlardan hoşlanmazlar. Güçlü kadından ise çekinirler, ona yanaşamazlar. Kadının hası bu dengeyi kurmayı bilir; gücünü erkeğin gözüne gözüne sokmaz.
    Has kadına naz da yakışır, kapris de. Öyle tatlı, öyle kıvamlı naz eder ki, onun nazını erkek zevkle çeker.Gerçek bir kadın şiir gibi olur, mey gibi olur, ömür  gibi olur....           Can DÜNDAR

Shakespeare – Evlilik üzerine
Almitra sözü aldi ve sordu:
- Peki üstat; evlilik nedir?
Cevap söyle geldi:
-Siz birliktelik için doğmuşsunuz.
ölüm meleğinin beyaz kanatları sizi ayırana kadar ayrılmayacaksınız.
Tanrı’ın sessiz tanıklığında bile beraber olacaksınız.Ama birlikteliğinizde mesafeler bırakın; bırakın ki,cennetin rüzgarları aranızda dans edebilsin…
Birbirinizi sevin ama, aşk tutsaklığı istemeyin.
Bırakın aşk, ruhunuzun kıyılarına vuran dalgalar gibi olsun…
Birbirinizin bardağını doldurun ama aynı bardaktan içmeyin;ekmeğinizden verin birinize ama aynı somundan ısırmayın…
Birlikte şarkı söyleyin;lakin birbirinizi yalnız bırakmayı da bilin.Sazın telleri de yalnızdır ve armoni içinde ayni melodiyi seslendirir. ..
Birbirinize kalbinizi verin ama karşılıklı kilitleyip saklamak için değil!
Sadece hayatın eli o kalbi saklar!
Birlikte durun, ama yapışmayın, tapınakların sütunları da bitişik değildir!
Ve unutmayın ; meşe ile çınar birbirlerinin gölgesinde büyümezler…
SHAKESPEARE