11 Temmuz 2016 Pazartesi

Tek Günüm var; o da Bugün

"Modern dünya" denilen pekçok defa karşımıza çıkan sosyal sürecin aşamalarından gelişmişliği(!) anlatan kavram...Açıkcası çok da doğu ve batı  toplumların sosyolojik sentezine dokunmadan yazacağım bu yazımı... Modernite sonrası/ilerisi bir dönemmiş şu yaşadığımız dönem: Postmodernizim.... Bana ise diğer yaklaşım yakın geliyor; tükenmişlik sendromu dönemi... 
Verdiğimiz değerlere bakıyorum eşyaya insana hepsinden öte kendimize... Ne istediğini bilmeyen buna rağmen mutluluk kovalayan bireyler olduk. Kendimize özümüze yabancılaşmanın sancısı devam ederken mutluluk için şemalar kılıflar uydurduk... Hangi toplum nekadar mutlu, bireyin mutluluğuna giden yollar, mutluluğu mu arıyorsunuz? 
Sorun odaklı tüm yaklaşımlar gibi... Dikkat ettiniz mi çevrenize özellikle güncel olaylarda! Herkes sorunu anlatıyor yanayakıla kendi çerçevesinden kendi dünyasından ;sosyal medyada soruna yönelik çığlıklar atıyor bir de farklı bakış açıları olursa yorumlarla tartışıyor!!! peki çözüm? Çözüm için atılan adım? 

Sorgulamadan sonra Beklenilen Çözüm... 

Tabiki de sorunu tanımak tanımlamak ve bilmek çok önemli; fakat bu bizi bir adım sonrasına götürebilmeli... 
Yapılan tüm istatistiki çalışmalar...Sosyal süreçte görünen o ki çözüme ulaş(a)mıyor! 
Tüm bunlar düşünce süzgecimden akarken birden nerden geldiğini anlamadığım bir kelebek ilişti gözüme... Tek günlük koca bir hayat.... Bir de koca bir hayat içinde tek günlük arayış... 
Uzun denebilecek(kişiden kişiye değişebilir) bir yaşayışta tükkettiklerimize bakmak lazım... Yediklerimiz giydiklerimiz yanımıza yol arkadaşı yaptıklarımız... Tüketiyoruz her şeyi belki yavaş yavaş belki çabucak... 
"İnsan sosyal bir varlık" tabiki de tüm sosyal süreçten etkilenmemiz normal ama bize hakim olmasına nekadar izin verdiğimiz önem arzediyor.... 
Kendini tanımalı insan,ne istediğini bilmeli. Belkiler keşkeler olmazsa olmazlarımız ve beni ben yapan tecrübeleri katan olgular... 
Geçmişin amacı geçmek değil, iz bırakmak her yeni yıl yeni bir "ben" e kapı açarken kendimi tanıdığım izlerim olmalı avucumda...
Bir kelebek misali tırtıl çabası ile muhteşem bir görünümde(benliğini tamamlamış olma yolunda) hayatın keşfine çıkmak lazım...
Çünkü elimizde tek gün var bizim 
de; o da bugün... Süreç getirsin istediğini;yetmesin post(ileri) olarak sunsun önümüze dilini... Biz kendi dilimizi seslendirelim... Yankısının devasalığını hesaba katarak...
Ömür yankınızın güzel döneceği bir süreç için ilk adımı atmaya ne dersiniz
 (;

16 Haziran 2016 Perşembe

Ayrılığın Diğer Parçası Heybemde

"O kadar da önemli değildir bırakıp gitmeler,arkalarında doldurulması mümkün olmayan boşluklar bırakılmasaydı eğer.

Dayanılması o kadar da zor değildir,
büyük ayrılıklar bile, en güzel yerde başlatılsaydı eğer.

Utanılacak bir şey değildir ağlamak,
yürekten süzülüp geliyorsa gözyaşı eğer.

Yüz kızartıcı bir suç değildir hırsızlık,
çalınan birinin kalbiyse eğer.

O kadar da yürek burkmazdı alışılmış bir ses,hiçbir zaman duyulmasaydı eğer.

Daha çabuk unuturdu belki su sızdırmayan sarılmalar,
kara sevdayla sarıp sarmalanmasalardı eğer.

Su gibi akıp geçerdi hiç geçmeyecekmiş gibi duran zaman,beklemeye değecek olan gelecekse sonunda eğer.

Rengi bile solardı düşlerdeki saçların zamanla,
tanımsız kokuları yastıklara yapışıp kalmasaydı eğer.

O büyük, o görkemli son, ölüm bile anlamını yitirirdi,
yaşanılası her şey yaşanmış olsaydı eğer.

O kadar da çekilmez olmazdı yalnızlıklar,
son umut ışığı da sönmemiş olsaydı eğer.

Bu kadar da ısıtmazdı belki de bahar güneşleri,
her kaybedişin ardından hayat yeniden başlamasaydı eğer.

Kahvaltıdan da önce sigaraya sarılmak şart olmazdı belki de,
dev bir özlem dalgası meydan okumasaydı eğer.

Uykusuzluklar yıkıp geçmezdi, kısacık kestirmelerin ardından,dokunulası ipekten bir o kadar uzakta olmasaydı eğer.

Issız bir yuva bile cennete dönüşebilirdi belki de,
sıcak bir gülüşle ısıtılsaydı eğer.

İnanmak mümkün olmazdı her aşkın bağrında bir ayrılık gizlendiğine belki de,kartvizitinde “onca ayrılığın birinci dereceden failidir” denmeseydi eğer.

Issızlığa teslim olmazdı sahiller,kendi belirsiz sahillerinde amaçsız gezintilerle avunmaya kalkmamış olsaydın eğer.

Sen gittikten sonra yalnız kalacağım.
Yalnız kalmaktan korkmuyorum da, ya canım ellerini tutmak isterse…

Evet Sevgili,
Kim özlerdi avuç içlerinin ter kokusunu,
kim uzanmak isterdi ince parmaklarına,
mazilerinde görkemli bir yaşanmışlığa tanıklık etmiş olmasalardı eğer!!

Can Yücel

....

İnce bir sızı ile başlar varlıkta yokluğu yaşamak... Bütün deyimler bir bir anlamını bulur sözlüklere ihtiyaç duyulmaksızın... Mesela buram buram yaşarsın "burnunun direği sızlamak" deyimininin aklına serilen her film karesindeki gerçekliğini... 

İçinde volkanlar patlıyor hissi yaşar söndürmenin yolunu bulamazsın; belki de bitenlerin inanışını yaşamak için bulmak istemezsin sönmenin yolunu...çünkü her nefes alışını verişinle başlatırsın öldüm zanneder tekrar yaşarsın... 

Her telefon çalışı azaptır eline alıp karşılaştığın isim sonucu... Hüsranlar buyur edilendir yalnızlığın akıl almaz boşluğuna. Tüm dünya sessizliğe boğulmuştur sanki bir tek kişinin gidişi ile. Dondurursun zamanı...Zaten takibinde de olamadığın bir akış başlar... Günlerden ne,ayın kaçı... Bildiğin tek tarih,tek saat ve tek gün gidişin/terk edilişin dilimidir... 

Her gece duyguna misafir;her gün geçmek bilmez an birikimi... Önceleri dayanılması zor gelir adımlarını paylaştığın sokaklar,caddeler,oturduğun kafeler...günün yeterince "an"yüklüdür zaten,aklına kazınanları yerinde yaşamak istemez kaçınırsın... Belkilerine sığınıp... 

Algılar sadece yitirilene çalışır. Her insan O'nun bir parçasını taşıyordur sanki. Bu mont...? O mu yoksa, bu saç, bu yürüyüş, bu ses... O mu? Bir an dönüp bakarsın tanıdık bir bakış... Hüsran hüznün yüzü ile tam karşındadır... Gözlerin buğulanır boğazın düğümlenir... Susarsın... İçinde patlayan çığlıklarını sade ve sadece sen duyarsın... Ve yine susarsın... O'nun yokluğu en acı şekliyle karşındadır. 

Ne tuhaftır oysaki yokluğu hissedebilmek... Bilirsin şehrin bir yerinde nefesiyle sesiyle bedeniyle varlığıyla yani en somut haliyle bulunmakta... Ölüm değildir ayrı düşüren; ama paya düşen bir ayrılık vardır heybende.

Öyle bir payki "Ölümü bile anlamsızlaştıran yaşanılacak her şey yaşansaydı eğer" dedirten.

Yarım kalmışlık... Hayallerde, gelecekte, gününde, sende... 

Demem o ki en zorudur yaşayan için varlıkta yokluk çekmek... Arasam orda, gitsem karşımda, tutsam eli elimde, baksam gözü gözümde... Var... Ama Yok... Yitip gidenler sayfasında her giden yarım kalmış cümle bırakırken peşi sıra ölüm denen olgu son vuruşu yapar  ve noktayı alır bitişine ;varlıkta yokluk yaşayanların cümleleri ise hep üç noktayla sonlanır ve her nokta bir kelimeyle özdeştir:Belki, Keşke,Eyvallah...Dün,Bugün,Eksik Gelecek... Sen,Ben,Yarım Yarınlar... 

Can Yücel ile başlanan ayrılığın somut yüzü aktarımında Nazım Hikmet'de üç noktanın doldurulamaz içeriğini anlatsın bize,

"Erkek kadına dedi ki: 
- Seni seviyorum, 
ama nasıl? A
vuçlarımda camdan bir parça gibi kalbimi sıkıp 
parmaklarımı kanatarak 
kırasıya, 
çıldırasıya... 
Erkek kadına dedi ki: 
- Seni seviyorum, 
ama nasıl? Kilometrelerce derin, kilometrelerce dümdüz, 
yüzde yüz, yüzde bin beşyüz 
yüzde hudutsuz kere yüz... 
Kadın erkeğe dedi ki: 
- Baktım  dudağımla, yüreğimle, kafamla; 
severek, korkarak, eğilerek, 
dudağına, yüreğine, kafana. 
Şimdi ne söylüyorsam 
karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana... 
Ve artık 
biliyorum: 
Toprağın 
Yüzü güneşli bir ana gibi 
En son, en güzel çocuğunu emzirdiğini... 

Fakat neyleyim 
saçlarım dolanmış 
ölmekte olanın parmaklarına 
başımı kurtarmam kâbil 
değil! 
Sen 
yürümelisin, 
yeni doğan çocuğun 
gözlerine bakarak... 

Sen 
yürümelisin, 
beni bırakarak... 

Kadın sustu. 

SARILDILAR 

Bir kitap düştü yere... 
Kapandı bir pencere... 

AYRILDILAR... 


Unutulmamalıdır ki Bu tip ayrılıklarda da süreç;ölüm sonrası yaşanılan yas süreci ile aynı işleyişe sahiptir.Bu süreçte varolan tüm duygular bastırılmadan yaşanmalıdır; çünkü geriye atılan her içerik süreci uzatmakta ve kişiyi depresyon eşiğine sürüklemektedir.Vurgulanması gereken en önemli nokta ise hayat kalitesini düşürmeksizin yaşanılması gereken;sevilen kişinin kaybı sonucu duyulan en kederli,en doğal hissiyat olduğunun kabul edilmesidir.

 Temennim;pencerelerinizin açık olacağı ve yararında kararlar alabileceğiniz,ayrılıkların soyut ya da somut yüzünün soğukluğuna korunaklı gireceğiniz zamanlar sizlerle olsun😉

13 Haziran 2016 Pazartesi

Varlığın Yok Oluşu

   
Hayatı ilmek ilmek işleyip akışında yol alırken yolun sonunu çoğu zaman düşünmez veyahut düşünmekten alıkoyarız benliğimizi. Sarsıcı bir süreçtir çünkü kaçınılan, bana ve sevdiklerime hiç uğramayacakmış hissiyatı doğuran. 
Yaşadığımız olaylar çoğu zaman kontrol mekanizmamızda çarkı döndürmemizi sağlarken bazı dişliler bu akışı bozmakta ya da mekanizmanın işleyişi durmaktadır: Kapıyı çalan son nefes ile birlikte...bana ya da sevdiklerime...
Tam da bu nokta da kontrolsüzlük hakimdir akışa  yitip gidenin geride bıraktığı psikoloji ile. 

   Merhaba belki de hiç tanıdık olmayan süreç: Kayıp ve Yas
  Aslında insanların çoğunun konuşmaktan kaçındığı hüzünlü ve ağır bir konudur kayıp ve yas. Çünkü hepimiz genel haliyle hayata bağlıyızdır ve nefes alırken nefessizliiği düşün(ebil)mek nerdeyse imkansızdır; ölümden korkar, kendimizin ve sevdiklerimizin sonsuza kadar yaşayacağını varsayarız. Ancak er ya da geç ölüm yaşamımıza girer ve sevdiklerimizi yitiririz. Bu yüzden ölümle ve sonrasında yaşanan kederle nasıl başa çıkabileceğimizi öğrenmek önemlidir.
Yas; dem vurulan yokluk olgusu ile karşılaşıldığında keder içinde yaşanan sürectir. Kaybı kabul etmemiz, kendimizi toparlamamız zaman alır ve "hiç bitmeyecekmiş" gibi görünen acı dolu bir dönem geçiririz. Bir insanı kaybetmenin ve kaybının acısını çekmenin yaşamın doğal bir parçası olduğunu anlamaya çalışmak yas süreci kolaylaştıracak etmenlerdendir.
Ne var ki iki kavram hakkındaki ayrıma da değinmek önem arzetmektedir: Yas süreci ve Depresyon. 
Yas Süreci adım adım yaşanılması gereken en doğal tepkidir. İçerisinde barındırdığı duygu durum aşamları ve en genel hali ile başetme yöntemleri ise şöyledir:

1-İnkar ve şok. Başlangıçta, sevilen birinin ölümünü kabul etmek zordur, ölümün gerçekliği inkar edebilir.
👉Yakınınızın ölümüyle ve genel olarak ölümle ilgili duygularınızı yakınlarınızla paylaştıkça, kabullenmek kolaylaşır. 
2-Pazarlık. Çoğu kimse ilahi bir pazarlık yapmaya çalışır. Bu pazarlıkta, genellikle yaşamın eğlenceli ve zevkli bir bölümü, kaybedilen insanın geri gelmesi için sunulur. Burada bir çeşit inkar durumu söz konusudur. 
👉Yapılan hiç bir hesabın yaşananı değiştirmeyeceği kaybın gerçekliği kendisini gösterdikçe fark edilir. 
3-Kızgınlık. Sizi geride bırakıp gittiği, yaşamdayken yaptığı ya da yapmadığı şeyler için ölene kızgınlık duyabilir. Ölen birine kızgınlık duymak kişiyi dehşete düşürebilir.
👉Olanları kabul etmek ve paylaşmak  zaman içinde acıyı hafifletecektir.
4-Suçluluk. Bir yakınınızı kaybettiğinizde, onunla yaptığınız ya da yapmadığınız şeylerden ötürü pişmanlık ve suçluluk hissedebilirsiniz. 
👉Unutulmamalıdır ki; Yaşananlar değiştirilemez hata yapılmış dahi olsa insani yanı kabul edip,  kişinin kendisini AFFETMESİ gerekmektedir.
5-Adalet arama. “Neden ben?” Aşamasıdır.  Ölümün adaletsizliğine karşı çıkılır ve yaşanılan kaybın bir şeyin bedeli olup olmadığını sorgulanır.
 👉Bu noktada ölümü yaşamın akışının bir parçası olarak görmeye çalışmakta fayda vardır. 
6-Yalnızlık. Kayıp nedeni ile sosyal çevreden ve önceki yaşantıdan kendini çekmekle oluşan değişiklikler, kendinizi yalnız ve korku içinde hissetmenize neden olabilir. 
👉Bu süreçte olabildiğince dirayetli olup kişinin kendisini anladığını düşündüğünü insanlarla acısını paylaşması etkili yöntemlerden bir tanesidir. 
7-Kabullenme. Unutulmamalıdır ki bu yokluğu getiren gidişi kabullenmek;kaybedileni unutmak ya da önemsememek değildir.
👉Durumun gerçekliğini algılayıp teslim olmak  yaşanılan duygu ile başa çıkmayı kolaylaştıracaktır.
 ...
 Varolan yas süreci bu adımları takip ederken kayıp ardı doğal bir süreçtir. Depresyon ise, Yaşantılanan dönem ve oluşturduğu duygularla başedememe sonucunda;ruh halinde düzensizlikler, yalnızlık duygusu ve sosyal çevreden uzaklaşma,uyku düzeninde problemler ve iştah kaybı  gibi semptomlar bunu izleyebilir. Yas tutan biri olarak eski halinize dönmek ve sosyal çevrenizde olup bitenlerle eskisi gibi ilgilenmek zaman alabilir. Burada zaman olgusu depresyonun önemini vurgulamaktadır.Sürecin uzaması halinde (3-6 ay) bir uzman desteği almak gerekmektedir. 
Tüm bu bilimsel yaklaşım aklımızın bir köşesine kazınırken benim demem o ki; 
Her duygu gibi hüznün yüzü de en doğal haliyle yaşanabilmeli. Yitirilen bir beden değil bir ömürdür aslında. Somut olan göçüp giderken ve üstat Yahya Kemal'in de dile getirdiği gibi gidenler memnun ve dönen yokken seferinden;geride yokluğun ihtivasında varolan tek somut;tutulan yasın yaşıdır.
Yitip gidenin bıraktığı duygu mirasını(!) zamanında;zamanı ile yaşamaktır olması gereken. Çevredeki insanlara düşen ise boş telkinler (ölenle ölünmez , vakti gelmiş vb) yerine ve hatta belki de konuşmak yerine sessizliği paylaşmaktır, sessizliğin dili ile desteklemektir. Çünkü kişi bu sürecinde telkinleri bilip dinlemekte lakin duymamaktadır boş oluşu da bu sebepledir. 
Sessizliğin dili demişken kayıplar sadece yokluk/ yok oluş içerisinde midir? Ya da varlıkta yokluk yaşayanların durumu farklı mıdır? 
Bir sonraki yazımızda varlığında yokluğunu yaşadıklarımızın duygu ve düşüncesini ele almak üzere ;)




31 Mayıs 2016 Salı

Yaşamın Özeti:Duygu,Düşünce,Davranış

Yaşamın avcumuzdan akıp gittiği zamanlara çok değer biçer anlata anlata biteremeyiz.Geçmişimiz değerlidir ama gelecek daha gelmeden hayallerimizi layığınca süslemez; belirsizliklerden çekinir Keşkelerimiz ve Belkilerimizle çerçevesini çizeriz...
Psikoloji Bilimi aslında -kanaatimce -Keşkelerin yorduğu yoğurduğu yorgunlukların belkilerin belirsizliğinin alt metnindeki analizidir çoğu zaman...
Dinlediğim şahit olduğum her hikaye bir keşke barındırırken bünyesinde beraberinde belkileri de sunar önümüze...
Tüm bu hikayelerde hem psikolog hem sosyolog kimliğim ile gözlemlediğim iletişime geçemeyişimizdir genellikle;en çok da kendimizle. İç sesimizle duygu ve düşüncelerimizle yüzleşemeyişimiz; kaçışlarımız...
İletişimin hep diyolog yanından dem vurur sağlıklı iletişim için gerekli şartları sıralarız. Peki ya kendimizle yaşadığımız iletim hali?  Monolog yaşamı sunan şu günümüz dünyasında en önem arzeden kısmını nekadar önemseyip ele alıyoruz?Duygumu Düşünceme;Düşüncemi Duyguma nasıl aktardığım?
Aslında varolan düşüncelerimizi düşünmez;duygularımızı ise duymayız hayat deden yaşam gailesinde. Hepimiz bir koşuşturma halindeyiz: iş, aile,maddiyat, maneviyat...
Nereye nasıl niçin gidiyoruz?
Mesela hiç sorgular mısınız "Benim yaşama amacım ne?"diye....
Amacımızı belki de çoğumuz bilmezken en vicdansız şekilde sorgular en çok da kendimizi yargılarız hiç düşünmeksizin.
Burda niçin neden bu davranışı sergiledim neden bu duyguyu hissettim vurgusuna kendimizi kaptırmaksızın.En zor olanını gerçekleştir yargılara,kızgınlıklara,nefrete sığınırız... 
Evet,zor dedim;çünkü 3D kuralında(Duygu/Düşünce/Davranış) bu yaşam ve anlayış şekli en yorucu olan süreci getirir peşi sıra. Her olumsuz yaklaşım mıknatıs gibi çeker bir diğer olumsuzu... 
Sözün özünü ünlü düşünür Mahatma Gandhi ne de güzel özetlemiş Hayat çerçevemiz için;

 

""SÖYLEDİKLERİNİZE DİKKAT EDİNDÜŞÜNCELERİNİZE DÖNÜŞÜR,
DÜŞÜNCELERİNİZE DİKKAT EDİNDUYGULARINIZA DÖNÜŞÜR,
DUYGULARINIZA DİKKAT EDİNDAVRANIŞLARINIZA DÖNÜŞÜR,
DAVRANIŞLARINIZA DİKKAT EDİN, ALIŞKANLIKLARINIZA DÖNÜŞÜR,
ALIŞKANLIKLARINIZA DİKKAT EDİNDEĞERLERİNİZE DÖNÜŞÜR,
DEĞERLERİNİZE DİKKAT EDİN KARAKTERİNİZE DÖNÜŞÜR,
KARAKTERİNİZE DİKKAT EDİN, KADERİNİZE DÖNÜŞÜR""

Demem o ki; Söylemlerimiz, düşüncelerimiz bakış açımızı etkilerken hayatın akışı yakalamak kendi elimizde. 
Kader dediğimiz ise  Şems Tebriz-i' nin anlatımında gizli yine benliği vurgularcasına:
"‘Kaderin ne olduğunu anlatamam; ama ne olmadığını anlatabilirim: Kader, hayatımızın önceden çizilmiş olması demek değildir. Bu sebepten 'ne yapayım kaderimiz böyle’ deyip boyun bükmek cehalet göstergesidir. Kader yolun tamamını değil, sadece yol ayrımlarını verir. Güzergah bellidir ama dönemeç ve sapaklar yolcuya aittir……

Öyleyse ne hayatının hakimisin, ne de hayat karşısında acizsin… ’"

Mutlu HaftalaR





28 Ocak 2016 Perşembe

DOĞRU BİLDİĞİM YANLIŞLARIM MI VAR❓


  Önce iki kişi birleştirir hayatı ortak paydada; derken bir birey gelir dünyaya iki kişinin ortaklığında. Oluşan Evlilik Kurumu ve sözleşmesi yerini Aile Kurumuna bırakırken yeni imzalar atılır görünmeyen yüzeyde. 
Aile içerisindeki konumlara ait isimler de değişmiştir artık roller de... ANNE BABA rolü beraberinde yepyeni sorumluluklarla da tanıştırmıştır bireyleri.İLKler herdem sancılıdır,bu sebeple ilk çocuk ile bilinmezliğin sancılarını yaşar anne babalar, ikinci Merhabalar daha tanıdıktır artık ilke nazaren. 
  Tüm bunlar çerçevesinde aile toplumsal anlamda büyük önem arzederken bireylerin ruh sağlığı ve bu sağlığı destekleyici koruyucu ve önleyici çalışmalar da bir okadar önem arzeder. Bilinçlendirme ve Farkındalığı arttırma bu çalışmalarda hedef alınan başlıklardan sadece iki tanesidir. 
Aile içi iletişimde takındığımız ve sürdürdüğümüz tutumlar hem bireysel hem de aile üyelerinin toplu sağlığı için değinilmesi gereken bir diğer  önemli noktadır. 
  Peki tutum ne demektir? 
  Bireyin nesnelere fikirlere kişilere ve olaylara ilişkin duygu düşünce ve davranış eğilimidir.  
En küçük toplumsal yapı diye nitelendirdiğimiz aile içi tutumlarda ise eşler arası ,anne/baba-çocuk ve kardeşler arası tutum;iletişimin sağlıklı olması ve ilerlemesi için mihenk taşıdır.
  Hayatın keşmekeşliğine ek olarak teknolojinin de  modern toplumlara ve bireylere sunduğu hızlı(!) yaşamın yorgunluğu,tahammülsüzlüğü,anlaşmazlıklarıbireylerin yaşam akışına,akıştaki iletişimlerine zarar verebilmektedir. Dış dünyada sürdürdüğü iletişiminde yorulan birey evdeki iletişimine de bu yorgunluğunu yansıtabilmektedir. Bu çerçeve de aşırı baskıcı ebeveyn tutumu, aşırı kollayıcı koruyucu tutum,İlgisiz duyarsız ebeveyn tutumu ve DEMOKRATİK tutum aile içi iletişimde ebeveyn tutumları olarak literatürümüze girmektedir.  
.Aşırı Baskıcı Ebeveyn Tutumu:Çocuğun istek ve talepleri duygu ve düşünceleri otoriter tutum da dikkate alınmazken eleştirel bir üslub göze çarpmaktadır.
.Aşırı Koruyucu Ebeveyn Tutumu:Geç kavuşulan veya tek çocuk olan ailelerde aşırı kollayıcı koruyucu yaklaşım çocuğa hayat tecrübesi kazanma fırsatı sunamamaktadır,çocuğun büyüdüğü gözden kaçan noktalardandır. 
.İlgisiz Ebeveyn Tutumu: Çocuğun ilgi ve gereksinimlerine kayıtsızlık hakimdir verilen tepkiler oldukça düşüktür.Çocuğun ruhsal durumu ve okul başarıları kısacası çocuğun gelişimiyle ilgilenmezler.
.Demokratik Ebeveyn Tutumu ise çocuğu birey olarak kabul eder, çocuğa öğüt verme yerine yapması gereken davranışlar açıkca belirtilir."Netlik ve Kabul" vardır ve iletişim demokratik yollarla kurulmaktadır.
Sesimizin tonu ve içeriği nasıl ki bize dönüyorsa dağın en zirvesinden seslendiğimizde, hayata da nasıl sesleniyorsak yankısını  öyle almaktayız ve aslında ektiğimizi biçmekteyiz. Bir çocuğa farkında olarak vaya olmayarak neyi nasıl veriyorsak ilmek ilmek işliyerek, UNUTULMAMALIDIR Kİ karşımıza çıkan tüm bu nakışların eseri olacaktır.
Yani Demem O Ki; yankının kulakta hoş tınısı için güzel tını sunmak lazım yaşanılmışlıklara.Haftaya ebeveyn tutumlarının çocuklar üzerindeki olumlu olumsuz etkilerini incelemek,tınıların ahengini konuşmak üzre buluşuyor olacağız.
Huzurlu Haftalar

23 Ocak 2016 Cumartesi

AİLE İÇİ İLETİŞİM;Dünyaya İlk Merhaba


Düşünün ki zamanın bir yerinde ansızın bir soru geldi önünüze! Tek kelimenin devasa büyüsüne kapıldığınız o soru... Aslında bildik olan tanıdıklaştırılan o tek kelime; Aile...
Nedir dediğimizde yetişkin çocuk ayırt etmeksizin şahsım adına ilk dikkat ettiğim herkeste varolan bir anlık düşünme payı. Kısa aranın peşi sıra gelen cevap ise ;anne baba çocuk... Üç kelimeye sığdırılan koca bir metin. 
Bugünkü köşe yazımda  sosyalleşmemizin ilk başladığı yer olan AİLE kavramına değineceğim.Siz okurlar için tek şartım okurken iç sesinizle muhasebenizi yapmanız olacak gözlerinizin önünden akıp giderken cümleler.... 
Aidiyat(ait olma/ait hissetme) duygusu ile dünyaya gelir insanoğlu ve dünyaya ilk merhabasını bir soyisme üye olarak gerçekleştirir istisnalar haricinde.Soyisim ve verilen isimdir bizim bağımızı güçlendiren; güç katan bir bağdır. Güçlendiren diyoruz çünkü ilk iletişimimiz anne rahmine düşülen o ilk anda başlamıştır aslında evveliyatı vardır üyeliğin ve güçlendirici destekleyici safhaları izler ilk adımı.
İletmek iletebilmek ve İletişimdir aslında Aileyi sağlamlaştıran. İletişim içinse bir gönderen bir alıcı ve mesajlar(söz veya beden ile anlatılan  her şey)  olmalıdır en genel tabiriyle.Diyolog ister iletişim; yani en az iki kişiyi arar varolduğu ortamda... Bizlerin ise yoğun yaşam gailesi içerisinde çoğu zaman kaçırdığı noktalardandır ve yine biz monolog yaşarken anımızı "ben" dışındakini çıkarıveririz İletiden. 
Aile dediğimiz kurum ise Biz olmak ister ben-sen çizgisinin naif sıyrılışında. Benliklerimizi kaybetmeden sağlıklı anlaşabilmeyi hedef alır. 
Günümüzde aile içi iletişim alanında yaşanılan sıkıntılar seanslarımıza "Doğru ebeveynlik(anne-baba/bakım veren) hakkında bilgi ve destek almaya geldik" olur çoğu zaman.
Bizler ise iletişimin sekteye uğradığı noktanın keşfine çıkarız; gözden kaçan kişi mi yoksa ileti (mesaj) mi? Ailemiz Hayatın telaşı içerisinde DİNLEME kapasite ve kalitesine nekadar hakim? Etkin Dinleme ne ölçüde sağlanıyor?Ben-Sen/ Biz dili ev içerisinde nasıl işliyor ve nasıl algılanıyor?Birey Ne anlatmak isterken karşısında nasıl yankı bulup nasıl anlaşılıyor? 
Bunun gibi bir sürü soru silsilesi takip eder süreçleri...
Sizler bu soruları irdelerken en içerinizde;ya ebeveyn rolünüz ya çocuk rolünüz veyahut yetişkin kimliğiniz girer devreye.
Tam da bu noktada önem arzeder olaylara  nasıl yaklaştığı kişinin;öfke kontrolünü kaybetmede, kişi veya olaylara tahammülsüzlükte,çözüm üretemeyecek hale gelinmesinde  ve sorunlarla başedebilme kapasitesinde... 
Sosyalleşilen ilk alandır  diye bahsettik tek kelime dört harflik kavram için; bununla kalmayıp bir ummandır demek yanlış olmayacaktır çünkü aile katılan her yeni üyenin dünyaya açılan İLK penceresidir aslında.Takınılan her tutum söylenilen her söz nakış nakış işlerken fizyolojik/psikolojik varoluş serüvenine;her birey sosyal süreçte zorluklar yaşayabilmekte ve nasıl başa çıkacağını bilmemektedir doğal olarak. 
Adım atmak gibidir Aile;birinin attığı adım diğerini tamamlar ve sağ bacak solu takip eder ona göre şekil alır,durur ya da devam eder. Eş güdümlü işbirlikçi çalışma isteğidir  akıp giden zamana. 
Adımların İlkini oluşturmak devamında tamamlamaktır aile; olabildiğince sağlıklı iletişimi sunmak,sunarken kendi içindeki bireylerin dilini dikkate almaktır.
Unutulmamalıdır ki tek bir kural yoktur farklılıkların bulunduğu ortamlarda ve farklı dünyaların birleştiği alanlarda (Evlilik gibi).
Mühim olan keşfetmektir adayı(aileyi), keşfettikten sonra varolan değerlerle yaşanılır hale getirebilmektir aslolan ve aslında aslolan keşfin temelindeki amacı oluşturan Sevgi,Saygı,Sadakati içselleştirerek Anlayabilmeyi Dinleyebilmeyi oluruna vardırmaktır.
Bir sonraki kalemimiz Anne Baba Tutumları üzerine olacakken siz değerli okurlarımızla buluşana kadar tutumlara istinaden İLETİŞİM i düşünecek zaman payı bırakmaktır benim de payıma düşen. 
Sağlıcakla Kalın

Psk. Seda KARTALTEPE