11 Temmuz 2016 Pazartesi
Tek Günüm var; o da Bugün
16 Haziran 2016 Perşembe
Ayrılığın Diğer Parçası Heybemde
"O kadar da önemli değildir bırakıp gitmeler,arkalarında doldurulması mümkün olmayan boşluklar bırakılmasaydı eğer.
Dayanılması o kadar da zor değildir,
büyük ayrılıklar bile, en güzel yerde başlatılsaydı eğer.
Utanılacak bir şey değildir ağlamak,
yürekten süzülüp geliyorsa gözyaşı eğer.
Yüz kızartıcı bir suç değildir hırsızlık,
çalınan birinin kalbiyse eğer.
O kadar da yürek burkmazdı alışılmış bir ses,hiçbir zaman duyulmasaydı eğer.
Daha çabuk unuturdu belki su sızdırmayan sarılmalar,
kara sevdayla sarıp sarmalanmasalardı eğer.
Su gibi akıp geçerdi hiç geçmeyecekmiş gibi duran zaman,beklemeye değecek olan gelecekse sonunda eğer.
Rengi bile solardı düşlerdeki saçların zamanla,
tanımsız kokuları yastıklara yapışıp kalmasaydı eğer.
O büyük, o görkemli son, ölüm bile anlamını yitirirdi,
yaşanılası her şey yaşanmış olsaydı eğer.
O kadar da çekilmez olmazdı yalnızlıklar,
son umut ışığı da sönmemiş olsaydı eğer.
Bu kadar da ısıtmazdı belki de bahar güneşleri,
her kaybedişin ardından hayat yeniden başlamasaydı eğer.
Kahvaltıdan da önce sigaraya sarılmak şart olmazdı belki de,
dev bir özlem dalgası meydan okumasaydı eğer.
Uykusuzluklar yıkıp geçmezdi, kısacık kestirmelerin ardından,dokunulası ipekten bir o kadar uzakta olmasaydı eğer.
Issız bir yuva bile cennete dönüşebilirdi belki de,
sıcak bir gülüşle ısıtılsaydı eğer.
İnanmak mümkün olmazdı her aşkın bağrında bir ayrılık gizlendiğine belki de,kartvizitinde “onca ayrılığın birinci dereceden failidir” denmeseydi eğer.
Issızlığa teslim olmazdı sahiller,kendi belirsiz sahillerinde amaçsız gezintilerle avunmaya kalkmamış olsaydın eğer.
Sen gittikten sonra yalnız kalacağım.
Yalnız kalmaktan korkmuyorum da, ya canım ellerini tutmak isterse…
Evet Sevgili,
Kim özlerdi avuç içlerinin ter kokusunu,
kim uzanmak isterdi ince parmaklarına,
mazilerinde görkemli bir yaşanmışlığa tanıklık etmiş olmasalardı eğer!!
Can Yücel
....
İnce bir sızı ile başlar varlıkta yokluğu yaşamak... Bütün deyimler bir bir anlamını bulur sözlüklere ihtiyaç duyulmaksızın... Mesela buram buram yaşarsın "burnunun direği sızlamak" deyimininin aklına serilen her film karesindeki gerçekliğini...
İçinde volkanlar patlıyor hissi yaşar söndürmenin yolunu bulamazsın; belki de bitenlerin inanışını yaşamak için bulmak istemezsin sönmenin yolunu...çünkü her nefes alışını verişinle başlatırsın öldüm zanneder tekrar yaşarsın...
Her telefon çalışı azaptır eline alıp karşılaştığın isim sonucu... Hüsranlar buyur edilendir yalnızlığın akıl almaz boşluğuna. Tüm dünya sessizliğe boğulmuştur sanki bir tek kişinin gidişi ile. Dondurursun zamanı...Zaten takibinde de olamadığın bir akış başlar... Günlerden ne,ayın kaçı... Bildiğin tek tarih,tek saat ve tek gün gidişin/terk edilişin dilimidir...
Her gece duyguna misafir;her gün geçmek bilmez an birikimi... Önceleri dayanılması zor gelir adımlarını paylaştığın sokaklar,caddeler,oturduğun kafeler...günün yeterince "an"yüklüdür zaten,aklına kazınanları yerinde yaşamak istemez kaçınırsın... Belkilerine sığınıp...
Algılar sadece yitirilene çalışır. Her insan O'nun bir parçasını taşıyordur sanki. Bu mont...? O mu yoksa, bu saç, bu yürüyüş, bu ses... O mu? Bir an dönüp bakarsın tanıdık bir bakış... Hüsran hüznün yüzü ile tam karşındadır... Gözlerin buğulanır boğazın düğümlenir... Susarsın... İçinde patlayan çığlıklarını sade ve sadece sen duyarsın... Ve yine susarsın... O'nun yokluğu en acı şekliyle karşındadır.
Ne tuhaftır oysaki yokluğu hissedebilmek... Bilirsin şehrin bir yerinde nefesiyle sesiyle bedeniyle varlığıyla yani en somut haliyle bulunmakta... Ölüm değildir ayrı düşüren; ama paya düşen bir ayrılık vardır heybende.
Öyle bir payki "Ölümü bile anlamsızlaştıran yaşanılacak her şey yaşansaydı eğer" dedirten.
Yarım kalmışlık... Hayallerde, gelecekte, gününde, sende...
Demem o ki en zorudur yaşayan için varlıkta yokluk çekmek... Arasam orda, gitsem karşımda, tutsam eli elimde, baksam gözü gözümde... Var... Ama Yok... Yitip gidenler sayfasında her giden yarım kalmış cümle bırakırken peşi sıra ölüm denen olgu son vuruşu yapar ve noktayı alır bitişine ;varlıkta yokluk yaşayanların cümleleri ise hep üç noktayla sonlanır ve her nokta bir kelimeyle özdeştir:Belki, Keşke,Eyvallah...Dün,Bugün,Eksik Gelecek... Sen,Ben,Yarım Yarınlar...
Can Yücel ile başlanan ayrılığın somut yüzü aktarımında Nazım Hikmet'de üç noktanın doldurulamaz içeriğini anlatsın bize,
- Seni seviyorum,
ama nasıl? Avuçlarımda camdan bir parça gibi kalbimi sıkıp
kırasıya,
çıldırasıya...
Erkek kadına dedi ki:
- Seni seviyorum,
ama nasıl? Kilometrelerce derin, kilometrelerce dümdüz,
yüzde yüz, yüzde bin beşyüz
yüzde hudutsuz kere yüz...
Kadın erkeğe dedi ki:
- Baktım dudağımla, yüreğimle, kafamla;
severek, korkarak, eğilerek,
dudağına, yüreğine, kafana.
Şimdi ne söylüyorsam
karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana...
Ve artık
biliyorum:
Toprağın
Yüzü güneşli bir ana gibi
En son, en güzel çocuğunu emzirdiğini...
Fakat neyleyim
saçlarım dolanmış
ölmekte olanın parmaklarına
başımı kurtarmam kâbil
değil!
Sen
yürümelisin,
yeni doğan çocuğun
gözlerine bakarak...
Sen
yürümelisin,
beni bırakarak...
Kadın sustu.
SARILDILAR
Bir kitap düştü yere...
Kapandı bir pencere...
AYRILDILAR...
13 Haziran 2016 Pazartesi
Varlığın Yok Oluşu
31 Mayıs 2016 Salı
Yaşamın Özeti:Duygu,Düşünce,Davranış
Öyleyse ne hayatının hakimisin, ne de hayat karşısında acizsin… ’"
Mutlu HaftalaR
28 Ocak 2016 Perşembe
DOĞRU BİLDİĞİM YANLIŞLARIM MI VAR❓
23 Ocak 2016 Cumartesi
AİLE İÇİ İLETİŞİM;Dünyaya İlk Merhaba
Düşünün ki zamanın bir yerinde ansızın bir soru geldi önünüze! Tek kelimenin devasa büyüsüne kapıldığınız o soru... Aslında bildik olan tanıdıklaştırılan o tek kelime; Aile...
Nedir dediğimizde yetişkin çocuk ayırt etmeksizin şahsım adına ilk dikkat ettiğim herkeste varolan bir anlık düşünme payı. Kısa aranın peşi sıra gelen cevap ise ;anne baba çocuk... Üç kelimeye sığdırılan koca bir metin.
Bugünkü köşe yazımda sosyalleşmemizin ilk başladığı yer olan AİLE kavramına değineceğim.Siz okurlar için tek şartım okurken iç sesinizle muhasebenizi yapmanız olacak gözlerinizin önünden akıp giderken cümleler....
Aidiyat(ait olma/ait hissetme) duygusu ile dünyaya gelir insanoğlu ve dünyaya ilk merhabasını bir soyisme üye olarak gerçekleştirir istisnalar haricinde.Soyisim ve verilen isimdir bizim bağımızı güçlendiren; güç katan bir bağdır. Güçlendiren diyoruz çünkü ilk iletişimimiz anne rahmine düşülen o ilk anda başlamıştır aslında evveliyatı vardır üyeliğin ve güçlendirici destekleyici safhaları izler ilk adımı.
İletmek iletebilmek ve İletişimdir aslında Aileyi sağlamlaştıran. İletişim içinse bir gönderen bir alıcı ve mesajlar(söz veya beden ile anlatılan her şey) olmalıdır en genel tabiriyle.Diyolog ister iletişim; yani en az iki kişiyi arar varolduğu ortamda... Bizlerin ise yoğun yaşam gailesi içerisinde çoğu zaman kaçırdığı noktalardandır ve yine biz monolog yaşarken anımızı "ben" dışındakini çıkarıveririz İletiden.
Aile dediğimiz kurum ise Biz olmak ister ben-sen çizgisinin naif sıyrılışında. Benliklerimizi kaybetmeden sağlıklı anlaşabilmeyi hedef alır.
Günümüzde aile içi iletişim alanında yaşanılan sıkıntılar seanslarımıza "Doğru ebeveynlik(anne-baba/bakım veren) hakkında bilgi ve destek almaya geldik" olur çoğu zaman.
Bizler ise iletişimin sekteye uğradığı noktanın keşfine çıkarız; gözden kaçan kişi mi yoksa ileti (mesaj) mi? Ailemiz Hayatın telaşı içerisinde DİNLEME kapasite ve kalitesine nekadar hakim? Etkin Dinleme ne ölçüde sağlanıyor?Ben-Sen/ Biz dili ev içerisinde nasıl işliyor ve nasıl algılanıyor?Birey Ne anlatmak isterken karşısında nasıl yankı bulup nasıl anlaşılıyor?
Bunun gibi bir sürü soru silsilesi takip eder süreçleri...
Sizler bu soruları irdelerken en içerinizde;ya ebeveyn rolünüz ya çocuk rolünüz veyahut yetişkin kimliğiniz girer devreye.
Tam da bu noktada önem arzeder olaylara nasıl yaklaştığı kişinin;öfke kontrolünü kaybetmede, kişi veya olaylara tahammülsüzlükte,çözüm üretemeyecek hale gelinmesinde ve sorunlarla başedebilme kapasitesinde...
Sosyalleşilen ilk alandır diye bahsettik tek kelime dört harflik kavram için; bununla kalmayıp bir ummandır demek yanlış olmayacaktır çünkü aile katılan her yeni üyenin dünyaya açılan İLK penceresidir aslında.Takınılan her tutum söylenilen her söz nakış nakış işlerken fizyolojik/psikolojik varoluş serüvenine;her birey sosyal süreçte zorluklar yaşayabilmekte ve nasıl başa çıkacağını bilmemektedir doğal olarak.
Adım atmak gibidir Aile;birinin attığı adım diğerini tamamlar ve sağ bacak solu takip eder ona göre şekil alır,durur ya da devam eder. Eş güdümlü işbirlikçi çalışma isteğidir akıp giden zamana.
Adımların İlkini oluşturmak devamında tamamlamaktır aile; olabildiğince sağlıklı iletişimi sunmak,sunarken kendi içindeki bireylerin dilini dikkate almaktır.
Unutulmamalıdır ki tek bir kural yoktur farklılıkların bulunduğu ortamlarda ve farklı dünyaların birleştiği alanlarda (Evlilik gibi).
Mühim olan keşfetmektir adayı(aileyi), keşfettikten sonra varolan değerlerle yaşanılır hale getirebilmektir aslolan ve aslında aslolan keşfin temelindeki amacı oluşturan Sevgi,Saygı,Sadakati içselleştirerek Anlayabilmeyi Dinleyebilmeyi oluruna vardırmaktır.
Bir sonraki kalemimiz Anne Baba Tutumları üzerine olacakken siz değerli okurlarımızla buluşana kadar tutumlara istinaden İLETİŞİM i düşünecek zaman payı bırakmaktır benim de payıma düşen.
Sağlıcakla Kalın
Psk. Seda KARTALTEPE